Türk-Ermeni Uzlaşma Komisyonu (TARC) için hazırlanan Uluslararası Geçiş Dönemi Adaleti Merkezi (ICTJ) raporu
10 Şubat 2003
Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin Yirminci Yüzyılın Başındaki Olaylara Uygulanabilirliği
Türk-Ermeni Uzlaşma Komisyonu (TARC – Turkish Armenian Reconciliation Commission) TARC İçin Hazırlanan Hukuki Analiz
9 Temmuz 2001’de Türk ve Ermeni sivil toplum temsilcileri tarafından 9 Temmuz 2001’de kurulan Türk-Ermeni Uzlaşma Komisyonu (TARC – Turkish Armenian Reconciliation Commission) Uluslararası Geçiş Dönemi Adaleti Merkezi’nden (International Center for Transitional Justice ¬ ICTJ) 1948 Soykırım Sözleşmesi’nin yirminci yüzyılın başında meydana gelen olaylara uygulanabilirliği konusunda bağımsız bir hukuki inceleme için destek talep etmiştir. 4 Şubat 2003’te ICTJ konuya ilişkin aşağıdaki analizi TARC’a sunmuştur. TARC söz konusu hukuki analizi 10 Şubat 2003’te yayınlamıştır.
HUKUKİ DEĞERLENDİRMENİN YÖNETİCİ ÖZETİ
Uluslararası hukuk genel olarak anlaşmada farklı bir niyet bulunmadığı veya aksi ortaya konulmadığı sürece anlaşmaların geriye dönük bir şekilde uygulanmalarını engellemektedir. Soykırım Sözleşmesi geriye dönük uygulamaları zorunlu kılan herhangi bir hüküm içermemektedir. Aksine, sSözleşme metni gelecekteki yükümlülükleri sadece taraf olan devletlere empoze etmeyi amaçlar. Bu nedenle, sözleşme uyarınca hiçbir birey veya devlete karşı, yaşanan olaylardan kaynaklanan herhangi bir hukuki, mali veya bölgesel (ilhak için toprak parçası) talepte bulunulamaz.
Bu sözleşme’de yer verilen geçen şekli ile uluslararası bir suçun tanımlanmasında kullanılan ‘soykırım’ ibaresi, Soykırım Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesinden önce yaşanmış olan çok sayıda ve birbirlerinden farklı olaylar için kullanılabilir. Tarihi bir gerçek olarak soykırımla ilgili atıflar sözleşme metni ve onunla ilgili hazırlık çalışmalarında (travaux preparatoires) bulunmaktadır.
Uluslararası Adalet Divanı (Tüzüğünde sözleşme’nin soykırım tanımını benimsemiştir) tarafından da geliştirilen şekilde soykırım suçunun dört unsuru vardır: (i) suçu işleyen bir veya daha fazla insan öldürmüştür; (ii) [öldürülen] bu kişi veya kişiler belirli bir milli, etnik grup, ırk veya dini gruba aittir, (iii) suçu işleyen o grubu kısmen veya tamamen yok etmek amacındadır, ve (iv) söz konusu eylem, o grubu hedef alan kurulu bir yapısal bağlamda veya ona benzer bir davranış çerçevesinde, veya o grubu ortadan kaldırmaya yönelik bir eylem şeklinde gerçekleşmiştir.
Olaylara dair pek çok farklı anlatımlar ve konuya ait gerçekler hakkında ciddi görüş ayrılıkları vardır. Bu fikir ayrılıklarına rağmen, olaylara ait çeşitli anlatımları gözden geçirdiğimizde, olayların ortak noktası olan temel vakalar yukarıda belirtilen üç unsurun mevcut olduğunu göstermektedir: (1) bir veya daha fazla kişi öldürülmüştür; (2) bu kişiler belirli bir milli, etnik grup, ırk veya dini gruba aittir; ve (3) eylem grubu hedef alan belli bir şekil çerçevesinde veya ortadan kaldırılması ile sonuçlanabilecek bir şekilde gerçekleşmiştir. Toplu olarak bakıldığında olayların bir soykırım suçunu oluşturup oluşturmadığının değerlendirilmesi ile ilgili olarak tek anlaşmazlık alanı olayların bu şekilde bir milli, etnik grubu, ırkı veya dini grubu yok etmek amacı ile yapılıp yapılmadığıdır. Bu hukuki raporun amacının gerçekler üzerindeki bazı anlaşmazlıkları kesin bir şekilde sonuçlandırmak olmamasına rağmen, olaylarla ilgili çeşitli anlatımlardan çıkabilecek makul bir sonuç bu olayları gerçekleştirenlerin en azından bir bölümünün, eylemlerinin Doğu Anadolu’da bulunan Ermenilerin tamamen veya kısmen ortadan kaldırılması sonucunu yaratacağını bildikleri ve bu amaca yönelik faaliyet gösterdikleri, ve bu nedenle gerekli kılınan soykırım niyetine sahip oldukları yönündedir. Yukarda tanımlanan diğer üç unsur kati olarak saptandığı için, bu olayların toplu olarak mütalaa incelendiğinde edildiğinde sSözleşme’de tanımlanan soykırım suçu unsurlarının tamamını içerdiği; hukukçular, tarihçiler, gazeteciler, politikacılar ve diğer kişiler tarafından soykırım olarak tanımlanmasının haklı bir mazerete dayandığı söylenebilir.