Winston S. Churchill, Büyük Britanya Başbakanı (1940-45, 1951-55)

"1915’te Türk hükümeti Küçük Asya’da yaşayan Ermenileri vahşice katletmeye ve tehcir etmeye başlamış ve bunu acımasızca sürdürmüştür."

"Bu suçun siyasi nedenlerle planlandığı ve uygulandığına ilişkin hiçbir makul şüphe bulunmamaktadır."

... Türkiye’nin gücünün yeniden canlanmasına eşlik eden Ermeni Trajedisi’ni ana hatlarıyla anlatmam yararlı olacaktır.

Rusya ve Türkiye’den anlatılan ve çok geçmeden yeni felaketlerle doğrulanan olaylar, Ermeni halkı için ölümcül olmuştur. Büyük savaşta Ermeniler, en iyi ihtimalle ve umut ederek söyleyebilirim, o zamana kadar görmedikleri zalimce katliamlara uğramışlar ve bütün bunlar onları – sonsuza kadar da diyebiliriz – karanlığa gömmüştür. Ermenilerin çağlar boyu kadersizliği büyük ölçüde memleketlerinin fiziksel yapısından kaynaklanmıştır. Küçük Asya boyunca uzanan büyük bir plato üzerinde, genellikle doğu-batı yönünde uzanan sıra dağlar bulunur. Bu dağların arasında, eski çağlardan bu yana, batıda Küçük Asya ile doğuda İran ve Orta Asya arasında gerçekleşen fetihler ve karşı saldırılara yol veren vadiler vardır. Antik çağda Medler, Persler ve Romalılar; Hıristiyanlığın erken yüzyıllarında İranlı Sasaniler ve Doğu Roma İmparatorları; Orta Çağ’da birbirini izleyen Moğollar ve Türkler – Selçuklular ve Osmanlılar – hiç durmaksızın hayatları ve bağımsızlıkları için mücadele eden bir ırkın yaşadığı bu engebeli bölgeyi işgal etti, fethetti, böldü, geri çekildi, tekrar fethetti. Rusya’nın yükselişinin ardından, topraklarının doğal sınırlarını oluşturan Ermeni bölgelerini ele geçirme mücadelesi Rusya, İran ve Osmanlı İmparatorluğu tarafından sürdürüldü.

Büyük Savaş başladığı anda gizli örgütler dışında hiçbir savunması, plan ve suikast dışında silahı olmayan Ermenistan, Rusya ve Türkiye arasında bölündü, şiddet kullanılarak baskı altına alındı ya da doğrudan katliama tabi tutuldu. Savaş, Ermenilere yeni bir kötülükler dizisi ile geldi. Balkan Savaşları’ndan sonra Pan-Türkler gerek “Osmanlılaştırma”, gerekse “Türkleştirme”yi devleti yeniden inşa etmenin aracı olarak kullandılar. Türk İmparatorluğu’nun uğradığı felaketleri, kısmen, içlerinde bulunan Türk olmayan milletlerin kendilerine karşı muhalefetlerine bağladılar. Gayet açık ve belirgin bir dille ifade ettikleri gibi, bu milletlerin “dikkate almaya değmeyecek” oldukları, “üzerlerindeki en kötü yükler” oldukları, “cehenneme gitmeleri” gerektiği sonucuna vardılar. Vatansever Türklerin yalnızca Türkler tarafından yaratılması gerektiğine inandıkları bir devleti yeniden inşa etmeliydiler. Hedefe varmak için uzun ve çetin bir yoldan yürünecekti. Dolayısıyla Türk halkı bu yolculuğa ne kadar çabuk çıkarsa o kadar iyi olacaktı. Türkler bu yola 1912’den itibaren girdiler ve bu gerçek Avrupa’da uzun zaman görülemedi. Ancak Ermeniler [bu konuda Avrupa’dan] daha fazla bilgi sahibiydiler. Eğer hedefe ulaşılırsa, Kafkasya’daki Müslüman bölgelerin büyük Türkiye Devleti’ne katılması sonucunda, Rusya Ermenistan’ı ile Ermeni platosunun Türk egemenliği altına gireceğini ve halklarının tüm geleceğini tehdit edeceğini gördüler. Büyük Savaş’ın patlak vermesi bu sorunu zirveye çıkardı. Türk hükümeti, amaçlarına ulaşmak için Rusya Ermenilerinin desteğini sağlamaya çalıştılar. Ermeni liderleri zor bir seçimle karşı karşıya kaldılar. Ulusal ağırlıklarını, ellerinden geldiği kadarıyla, Rusya ya da Türkiye’den yana mı koyacaklar, ya da halklarının bölünmesini ve birbirlerine karşı savaşma durumunda kalmalarına mı neden olacaklardı? Önemli bir karar verdiler: Savaş çıkacak olursa Türkiye’de ve Rusya’daki Ermeniler kendi hükümetlerine olan görevlerini yerine getireceklerdi. Varoluşlarını iki taraftan birinin kazanacağı zafere bağlamaktansa, başkalarının çıkarları için kardeş kavgasını göze almayı tercih ettiler.

Türkiye Rusya Ermenistan’ına saldırdığında Çarlık hükümeti Kafkasya’nın Ermeniler tarafından başarılı bir şekilde savunmasının, Ermenilerin milliyetçi duygularını tehlikeli bir şekilde körükleyeceğinden korktuğu için 150 bin Ermeni askeri Polonya ve Galiçya cephelerine gönderdi ve Kafkasya’daki Ermeni halkını savunmak için başka Rus birliklerini oraya gönderdi. Bu 150 bin Ermeniden çok azı Avrupa savaşlarından sağ çıkabildi, ya da savaş sona erdiğinde Kafkasya’ya dönebildi. Bu çok üzücüydü, ama daha kötüsü de gelecekti. Türkiye’nin planı başarısızlıkla sonuçlandı. Aralık 1914 ve Ocak 1915’te Kafkasya saldırıları geri püskürtüldü. Büyük öfkeye kapıldılar. Türkiye’nin doğu bölgelerinde yaşayan Ermenileri Rusya yararına casusluk ve ajanlık yapmakla, Türk haberleşme hatlarına sabotaj yapmakla suçladılar. Bu suçlamalar muhtemelen doğruydu; ama doğru ya da yanlış olsun, [sonuçta Türklerin] planlı politikasına uygun olan bir intikam ateşini fitillediler. 1915’te Türk hükümeti Küçük Asya’da yaşayan Ermenileri vahşice katletmeye ve tehcir etmeye başlamış ve bunu acımasızca sürdürmüştür. Üç ya da dört yüz bin erkek, kadın ve çocuk Rusya topraklarına, bir kısmı da İran ve Mezopotamya’ya kaçmışlar, ancak Küçük Asya’da bir soyu bu kadar büyük çapta yok etme süreci neredeyse tamamlanmıştır. Süreç bir milyon 250 bin kişiyi kapsamış ve bu nüfusun yarıdan fazlası yok edilmiştir. Bu suçun siyasi nedenlerle planlandığı ve uygulandığına ilişkin hiçbir makul şüphe bulunmamaktadır. Bu, Türklerin emellerinin önünde engel oluşturan, Türkiye aleyhine sonuçlanacak milli emellere sahip olan ve coğrafi olarak Türk ve Kafkasya Müslümanların arasında yer alan bir bölgede yaşayan Hıristiyan unsurlardan Türk topraklarını temizleme fırsatını sunmuştu. Britanya’nın Gelibolu Yarımadası’na saldırmasının Türk hükümetini acımasız bir öfkeye sevk etmiş olması da muhtemeldir. Pan-Türkler, İstanbul düşse ve Türkiye savaşı kaybetse bile bu temizlik harekatını yapmaları gerektiğini, bunun Türk ırkının geleceği için kalıcı bir avantaj sağlayacağını düşündüler.

1916’nın başında Grandük Nikola’nın Kafkaslar’a gelişi, Erzurum’u ve Küçük Asya’nın kuzeydoğusundaki Türk topraklarını ele geçirmesi Ermenilerin umutlarını yeniden canlandırdı. Amerika Birleşik Devletleri’nin savaşa girmesi ise bu umutları daha da yükseltti. Ancak Rus devrimi bu kıvılcımı söndürdü. Ardından ortaya çıkan Gürcü, Ermeni ve Tatarlar arasındaki karmaşık uyuşmazlıkları burada incelemek mümkün değil. 1918’ün başlarında Kafkasya’daki Rus ordusu Küçük Asya’daki cepheyi terk etti, çözülerek evine dönmeye çalışan silahlı bir insan yığınına dönüştü. Ruslar gitmiş, ama Türkler daha gelmemişti. Hayatta kalan Ermeniler ülkelerini savunmak için umutsuz bir direnişe geçtiler. Rus ordusundaki Ermeni unsurlar, gönüllülerin yardımıyla Türklerin ilerlemesini bir süre durdurmayı başardılar. Yüz elli bin Ermeni asker zaten hayatını kaybetmiş ya da dağılmış olduğundan 35.000 kişiden fazlasını toplayamadılar. 1918’de imzalanan Brest- Litovsk anlaşması doğuya doğru genel bir Türk ilerleyişinin işaretini verdi. Ermeni cephesi çöktü ve Mayıs ayına gelindiğinde Türkler yalnızca Grandük’ün ele geçirdiği şehirleri geri almakla kalmadılar, Batum, Kars ve Ardahan’ı aldılar ve Hazar’a doğru ilerleme hazırlıklarına başladılar. Bu arada Müttefikler ileri doğru bir hamle yaptılar. İngiliz, Fransız ve ABD birlikleri Fransa’da Alman ordusunu yenilgiye uğrattı. Anglo-Hint orduları Mezopotamya, Filistin ve Suriye’yi ele geçirdi. Türklerin Kafkasya’da uğruna bunca riski göze aldıkları, suç işleme ve katletme pahasına benimsedikleri amaca ulaştıkları anda devletleri ve yapıları bütünüyle çöktü. Ermeni halkı Büyük Savaş sona erdiğinde dağılmış, birçok yerleşim yerinden sökülüp atılmış, katliamlar, savaş kayıpları ve öldürmenin kolay yolu olarak başvurulmuş zorla tehcir sonucunda en az üçte bir oranında yok edilmişti. İki buçuk milyonluk bir insan topluluğundan 750 bin erkek, kadın ve çocuk yok edilmişti. Kuşkusuz artık bu sondu.

Ermenilerin daha önce çektiği acılar ve uğradıkları katliamlardan, İngiliz halkı ve Liberal dünya Sayın Gladstone’un itibarı ve belagatı sayesinde haberdardı. Onlar hakkında farklı görüşler vardı; bir kısım yaşadıkları acılar, bir kısım ise başarısızlıkları üzerinde duruyordu. Ancak her durumda, Doğu ve Orta Doğu halklarının başlarına gelenlere karşı Batı demokrasilerinin genel ilgisizliğinden farklı olarak Ermeniler ve başlarına gelen felaketler İngiltere ve Birleşik Amerika’da biliniyordu. Bu ilgi din, yardımseverlik ve siyaset gibi nedenlerden kaynaklanıyordu. Ermenilerin yaşadıkları vahşet olayları sıradan ve cesur erkek ve kadınlarda büyük öfke uyandırdı ve İngilizce konuşan dünyaya geniş ölçekte yayıldı. Şimdi en sonunda Ermenilerin adalete ve kendi memleketlerinde barış içinde yaşama hakkına kavuşmalarının zamanı gelmişti. Onlara zulmedenler savaş ya da devrim sonucunda yenilmişlerdi. Zafer kazanan en büyük güçler onların dostlarıydı ve haklarına sahip çıkacaklardı.

Beş büyük Müttefik gücün iradelerini uygulamaya geçirememeleri akıl alacak bir şey değildi. Ancak bu sayfaların okuyucusu hayâle kapılmamalı. Savaşı kazananlar Paris’te Ermeni meselesi önlerine geldiğinde birlikleri çözülmüş, orduları dağılmış, kararlılıklarının yerini boş sözler almıştı. Hiçbirisi Ermenistan’ı mandası altına almayı üstlenmedi. İngiltere, İtalya, Amerika, Fransa baktılar ve başlarını iki yana salladılar. 12 Mart 1920’de Yüksek Konsey ülkeyi Milletler Cemiyeti’nin mandası altına almasını önerdi. Ama insan ve para gücü olmayan Cemiyet hemen ve ihtiyaten reddetti. Geriye Sevr Anlaşması kalıyordu. 10 Ağustos’ta Müttefik Güçler İstanbul Hükümeti’ni henüz akıbeti belirlenmemiş Ermenistan’ı özgür ve bağımsız bir devlet olarak tanımaya zorladı. Anlaşma’nın 89. Maddesi Türkiye’yi “Türkiye ile Erzurum, Trabzon, Van ve Bitlis vilayetlerini içine alan Ermenistan arasındaki sınırın çizilmesinde Amerika Birleşik Devletleri Başkanı’nın arabuluculuğunu ve aynı zamanda Ermenistan’ın denize erişimine ilişkin vereceği herhangi bir kararı kabul etmekle” yükümlü kılıyordu. 1920 Aralık ayında Başkan Wilson bu yüksek görevi yerine getirerek belirlediği Ermenistan sınırları, Rus ordusunun devrim nedeniyle kendisini feshedinceye kadar işgal ettiği bütün Türk topraklarını içeriyordu. Söz konusu alan Yerevan Cumhuriyeti’ne eklendiğinde 155 bin metrekareden fazla bir bölgeyi Ermenilerin ulusal anavatanı haline getiriyordu.

Ermenilerin taleplerinin teorik olarak öyle cömertçe kabul edilmişti ki, yeni devletin Müslüman nüfusu Ermeni ve Rum nüfusundan daha fazla olacaktı. Bu adaletti ve ondan da daha fazlasıydı. Ancak kağıt üzerinde kaldı. Neredeyse bir yıl önce Türkler Kilikya’da Fransızlara saldırmışlar, onları Maraş’tan çıkarmışlar, burada yaşayan 50 bin kadar Ermeniyi katletmişlerdi. Mayıs ayında Bolşevik birlikleri Yerevan Cumhuriyeti’ni işgal etmişler ve egemenlikleri altına almışlardı. Eylül’de Bolşeviklerle Türklerin karşı karşıya gelmesi sonucunda Yerevan Türk milliyetçilerine devredildi. Kilikya’da askeri operasyonlara Ermenilere yapılan geniş çaplı katliamlar eşlik etti. Kilikya’da Fransa’nın koruması altında küçük bir özerk Ermeni vilayetinin kurulması umutları bile böylece yok edildi. Ekim ayında Fransa Ankara Anlaşması ile Kilikya’yı tamamen boşaltmayı kabul etti. Büyük Güçler ile Türkiye arasında imzalanan nihai barış anlaşması niteliğindeki Lozan Antlaşması’nda, tarih “Ermenistan” sözcüğünü boşuna arayacaktır.

Winston Churchill, The World Crisis, Cilt 5, "The Aftermath" (New York: Charles Scribner's Sons, 1929).